2 Eylül 2007 Pazar

Thistle

14. Aug. 2007
Thistle yani deve dikeni iskoçyanın simgesi, taaa yıllar önce bir krallarının hayatını kurtarmış olduğu için önem verilmekte, birçok turistik eşyanın üzerinde resmi bulunmaktadır.

Edinburgh'u üzülerek terkedip Glasgow a doğru yola çıktık. Tam da şehri güzelce öğrenmişken... Hava kapalıydı tabi ki. İskoçların özellikle highlands dedikleri kuzey bölgelerinde nüfusun ancak %5'ini oluşturan bir topluluk tarafından konuşulan diyalektikleri var. Örnek vermek gerekirse little yerine "wee", pretty yerine "bonnie", clever yerine de "cunning" 'i kullanıyorlarmış. Yol üzerinde adını bilmediğim bir demiryolu köprüsü resmi çektim, arkasındaki ise bir karayolu köprüsü.




Kral Robert de Bruce kişisi İskoçya'nın bağımsızlığını kazandıran insanmış efenim heykeli var şöyle;

Stirling kalesine gittik buradan da, pek bir numarasını görmedim binalar dışında, edit: bu arada bugun tv'de izledim Stirling Kalesi'nin İskoçya'nın özgürlüğü kazanması bakımından önemi varmış. Atıp tutmamak lazımmış.





İskoçlar göl yerine "loch" kelimesini kullanıyorlar kendi dillerinde, göller bölgesinde birçok göl var ama biz Loch Lamond'un kenarında durduk, resim çektik buyrunuz;

Buradan Glasgow'a vardık, aynı akşam Glasgow Rangers ile Kızılyıldız Belgrad'ın maçı vardı, otelden bize dışarı çıkmamamızı tavsiye ettiler, pek iyi bir otel değildi. Grup söylene söylene odalara çıktı.

1 Eylül 2007 Cumartesi

Edinburgh!

13. Aug. 2007
Efendim başlıktaki konuya geçmeden önce ufak tavsiyelerim olacak. Eğer Britanya'nın herhangi bir yerine yazın bile olsa gidiyorsanız yanınıza mutlaka kalın birşeyler alın. Ben yapmadım ordan biliyorum. İnsan valizini toplarken aptallaşıyor mu ya da sadece ben miyim bilmem ama bir şekilde nedense orada havaların burdaki kadar sıcak olacağını düşündüm, hani küresel ısınıyoruz hesabı. Ama neymiş efendim başta İskoçya olmak üzere adanın her tarafı soğukmuş, bu yüzdendir ki tüm resimlerde aynı şeyleri giyiyor olabilmem.

Resimdeki yer şehrin içinden çekilmiş ola Calton Hill adındaki tepenin resmi, diğer resim ise o tepeden şehrin görünümü.








Edinburgh demiştim, gerçekten çok güzel bir şehir. Nereye baksanız tarihi binaların olduğu, fotoğraf çekmekten manyak olduğunuz, bir süre sonra çekmemeye başladığınız bir yer olarak tanımlamak yanlış olmaz. Edinburgh'a Kuzeyin Atina'sı deniyormuş tarihi dokusundan dolayı galiba. Calton Hill'de bir adet Acropolis taklidi yapı var, buna "Edinburgh'un yüzkarası" deniyor, çünkü hiç tamamlanmamış. Orjinalinden birebir kopya olan eseri yapmak için uzun zamanlar ve büyük paralar harcanmış. Zemin böyle birşeyi yapmaya müsait olmadığı için uygun hale getirdikten sonra da yarım bırakmışlar, ama gördüğüm kadarıyla pek de yüzkarası sayılmaz çünkü turistler özellikle üstüne çıkarak bolca resim çekiyorlar.

Daha sonra Edinburgh kalesine gittik, kalenin girişindeki yazı özellikle ilgimi çekti, şu şekildeydi; "Nemo Me Impune Lacessit" yani "Beni inciten herkes cezasını bulur" gibi bir şey, bu da okurken işledimiz bir Edgar Allan Poe hikayesi olan "The Cask of Amontillado"'da geçen bir sözdü. Resmini çektim hemen.


Biz gittiğimiz zaman İskoç şoför bu yazın 1928'den beri en kötü yaz olduğunu söylediğinde whhhhyyyyyyy! diye haykırmak geldi içimizden tabi. Vardığımızın ertesi günü şehir turunun sonunda Edinburg kalesini görmeye gittik gün bizimdi, o yüzden gezeceğimiz yerleri tasarladık ama hava yine de kötüydü, hatta bir keresinde bir ayakkabı dükkanındayken dışarı baktım ve dili gibi sağanak yağmuru gördüğümde yanımıza ne şemsiye ne de yağmurluk aldığımız aklıma geldi, ağlamak istiyorum sayın seyirciler dedim içimden bir panikle otele yürümeye çalıştık, otele vardığımızda saçımdan sular damlıyordu yeminlen. Üstümüzü değiştirip (sanki giycek bir şey varmış gibi) yağmurluk ve bilimum şemsiyemizi tedarik ettikten sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ettik. Daha sonra çok yorulunca gece otele döndük ertesi gün de zaten şehirden ayrıldık : ( . Kaleden ve Edinburgh'dan resimleri aşağıda görebilirsiniz.



Yukarıdaki resim İskoçya Merkez Bankası'nın binası, ayrıca şehirdeki binanın ön tarafında bahçe olan tek yapıymış.


Resimdeki ev de "Define Adası", "Dr Jekyll ve Mr Hyde" gibi kitapların yazarı olan Robert Louis Stevenson'un eviymiş, kızı tanımıyorum.

Buranın neresi olduğunu bilmiyorum ama güzel bir yermiş. :)

Fonda çalan şarkı; Charles Aznavour- Emmenez Moi

31 Ağustos 2007 Cuma

Scotch We Are!

12. Aug. 2007
York'tan ayrılıp Edinburgh'a giderken yolumuzun üstünde Durham'da durduk. Üniversitesiyle ünlü bir yermiş, bir de katedrali vardı büyük ama pazar olduğu için içeride resim çekemedik.



Durham'dan ayrılırken yolumuzun üstünde ünlü Kuzeyin Meleği'ni (Angel of the North)gördük, rehberimiz Linda bu heykel ile ilgili bizi bilgilendirdi, şöyle ki 1998 yılında fanatik Newcastle United taraftarları heykele Alan Shaerer forması giydirmişler, uzunluğu da 65ft'miş. Otobüsümüz hızlı geçtiği için ancak şöyle bir resmini çekebildim;

Oradan çıkınca Hadrian Duvarları denilen Roma kalıntılarını görmeye gittik, tabi biz duvarlar diyince duvar beklerken herkesi dumurlara sürükleyen yıkık duvar kalıntıları ile karşılaştık, turdaki diğer insanlar gülmeye başladı, ben gülmedim ama Linda'ya ayıp olmasın diye, biz de Linda'yı Roma kalıntısı görmeye Türkiye'ye davet ettik, hiç gelmemiş daha önce. Bu duvar M.S. 122 yılından kalmaymış, Unesco dünya mirasına katmış.


Daha sonra İskoçya'ya doğru yola çıktık. Akşam saatlerinde Edinburgh'a vardık, daha sonraki zaman program olmadığı için bize kaldı, biz de Edinburgh sokaklarında dolaştık, yemek yemek için Mc Donalds'a girdik hiçbiryer bilmediğimiz için, ama onun tadı bile değişik oralarda, burdaki Mc'ler daha güzel kesinlikle. Ağustos'un ilk üç haftası Edinburgh'da festival olurmuş. Sokaklar kalabalık, eğlenceli, gayda gösterileri falan gayet güzel. Biraz şehri keşfetmeye çalıştık. İki kısma ayrılıo, yeni ve eski şehir olarak. Yeni kısmı da aslında yeni değil 18. yüzyılda yapılmış. Eski şehir yetmemeye başlamış ve gerçekten pismiş, o yüzden yeni kısmı yapılmış, yeni ve eski şehir birbirine köprülerle bağlanıyor. Edinburgh resimlerini bir sonraki girişe bırakıyorum.

Fonda çalan şarkı; Loreena McKennit-Cymbeline

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Yorkshire

11. Aug. 2007
Manchester turu atıyor gibi yapıp da içinden geçerek "Ama ben Old Trafford'u görecektim" yakınmalarımla birlikte York yollarına düştük. O gün ülkede ligler başlıyormuş iyi oldu öğrendiğimiz. Tabi cumartesi öğleden sonra şehirlerarası yolda deli trafiğe yakalandık, hani böyle bakarsınız da arabaların sonu gözükmez ya, aynen öyleydi. Köprü trafiğine benzer bir trafiği nasıl atlattık bilmiyorum ama yavaşlıktan yararlanıp etraftaki sürücülere baktığımda herkesin hatta kamyon şoförlerinin bile emniyet kemeri taktığını görüp şamşırdım. Golf Manchester'da çokça oynanan bir spor galiba.

Bu arada "hard shoulder" lafını öğrendim "emniyet şeridi" demekmiş.

York'un amblemi beyaz gül efenim, taa "War of the Roses"'tan gelmekte. Zamanında bu beyaz gül olan Yorkshire ile kırmızı gül olan Lancashire arasında savaşmışlar.


















York'ta Ouse nehri ve York Minster var. Bizim otelimiz nehrin kenarındaydı, güzel bir manzarası var. Minster'a gelince anlatmakla olmaz dehşet birşey, zamanında V for Vendetta'ya da konu olan Guy Fawkes'in mezarı buradaymış.

Yıllar önce bir zamanlar İngiltere'de protestan dini hüküm sürer iken bu aslen protestan olarak vaftiz edilmiş ve büyümüş olan Guy kişisi üvey babasının da etkisiyle katolik olmaya karar vermiş, 23 yaşında İngiltere'yi terk edip katolik İspanya ordusunda Hollandalılar'a karşı savaşmış. Sonra İngiltereye dönmüş ve ismini değiştirip John Johnson yapmış, yanına bir miktar yandaş alarak zamanın İngiltere Kralı olan 1. James'in bulunduğu parlamento binasını ve yandaşlarını öldürerek tahttan indirip, yerine Katolik olan kızı prenses Elizabeth'i geçirmek istemiş. Yaptıklara bu plana İngiltere tarihinde "Barut Planı" denmekte. Çünküüü tam 36 fıçı dolusu barutu Parlamento Binası'nın mahzenine zulalamışlar. Ama son anda ismini vermek istemeyen bir izleyici bu olayı ispiyon eden mektubu yetkili merciilere gönderince planları suya düşen suikastçiler yakalanırlar. Bizim Guy da mahkemeye çıkartılır ve idam ettirilir, sonra bişeler daha yapılır ama söylemeyeyim bilmek isteyenler bilahere msj atsınlar. Bu konuda aslında komplo teorileri var ama o başka blog'un konusu olsun bunu uzatmayalım.

Ouse Nehri
York Minster

















Fonda çalan şarkı; Hatırla Sevgili-Sis

Inglaterra'ya gidiş


Yolculuk 10 Agustos 2007'de Ankara'ya doğru başladı. Ailece yol aldıktan sonra Ankara Esenboğa havalimanına vardığımızda tarih 11 Ağustos'u göstermekteydi, arabada uzun yola çıktığımızda cep telefonlarımızı kapattığımızdan tam geceyarısı 12'de gelen çağrılara cevap veremedim doğal olarak. Havaalanına vardığımda telefonumu açtım ve doğum günü mesajları akın akın gelmeye başladı. Hepsine bir yandan cevap yazarken bir yandan da çıkacağımız yolculuk için heyecanlıydım. 1'i geçe vardığımız havaalanında saat 3 buçuk olduğunda hala bekliyorduk tabi bu arada hiç uyumadığımı söylememe gerek yok herhalde. Neyse buraları kısa keselim, grup geldi İstanbul'a uçtuk oradan da Manchester'a. Küçük bir havaalanı kendisi, ama yine de güvenlik önlemlerini sıkı tutuyorlar, valizleri alıp çıkarken bile bir köpekli görevlinin köpeği kokladı da öyle çıktık dışarı düşünün artık. İlişikteki resim Manchester havaalanından bir görüntüdür efem.


Fonda çalan şarkı: Despina Vandi-To Prvto Mas Fili

24 Ağustos 2007 Cuma

Başlangıç

Başlangıç yazısı yazmakta iyi değilimdir aslında, zaten blog konusunda da pek bilgim yoktur ama evrenin sonundaki restoran'ın sahibi olan arkadaşın tavsiyesi üzerine yazayım anı olarak kalsın istedim. Yazma prensibim National Gallery'de gördüğüm Salvator Rosa adlı ressamın kendini resmettiği tablosunda elinde tuttuğu tabletteki latince yazıya dayanacaktır olabildiğince, şöyle ki "Avt tace avt loqvere meliora silentio" yani 'Be quiet, unless your speech be better than silence', Türkçe deyişle "Söyleceklerin sessizlikten daha iyi değilse sessiz kal". Ben de burada sessizlikten daha iyi bir şeyler yazmaya çalışcam. Girişimiz böyle olsun devamı sonraya kalsın.

Fonda çalan şarkı; Ricky Martin ft. La Mari-Tu recuerdo (Senin Hatıran)