31 Ağustos 2007 Cuma

Scotch We Are!

12. Aug. 2007
York'tan ayrılıp Edinburgh'a giderken yolumuzun üstünde Durham'da durduk. Üniversitesiyle ünlü bir yermiş, bir de katedrali vardı büyük ama pazar olduğu için içeride resim çekemedik.



Durham'dan ayrılırken yolumuzun üstünde ünlü Kuzeyin Meleği'ni (Angel of the North)gördük, rehberimiz Linda bu heykel ile ilgili bizi bilgilendirdi, şöyle ki 1998 yılında fanatik Newcastle United taraftarları heykele Alan Shaerer forması giydirmişler, uzunluğu da 65ft'miş. Otobüsümüz hızlı geçtiği için ancak şöyle bir resmini çekebildim;

Oradan çıkınca Hadrian Duvarları denilen Roma kalıntılarını görmeye gittik, tabi biz duvarlar diyince duvar beklerken herkesi dumurlara sürükleyen yıkık duvar kalıntıları ile karşılaştık, turdaki diğer insanlar gülmeye başladı, ben gülmedim ama Linda'ya ayıp olmasın diye, biz de Linda'yı Roma kalıntısı görmeye Türkiye'ye davet ettik, hiç gelmemiş daha önce. Bu duvar M.S. 122 yılından kalmaymış, Unesco dünya mirasına katmış.


Daha sonra İskoçya'ya doğru yola çıktık. Akşam saatlerinde Edinburgh'a vardık, daha sonraki zaman program olmadığı için bize kaldı, biz de Edinburgh sokaklarında dolaştık, yemek yemek için Mc Donalds'a girdik hiçbiryer bilmediğimiz için, ama onun tadı bile değişik oralarda, burdaki Mc'ler daha güzel kesinlikle. Ağustos'un ilk üç haftası Edinburgh'da festival olurmuş. Sokaklar kalabalık, eğlenceli, gayda gösterileri falan gayet güzel. Biraz şehri keşfetmeye çalıştık. İki kısma ayrılıo, yeni ve eski şehir olarak. Yeni kısmı da aslında yeni değil 18. yüzyılda yapılmış. Eski şehir yetmemeye başlamış ve gerçekten pismiş, o yüzden yeni kısmı yapılmış, yeni ve eski şehir birbirine köprülerle bağlanıyor. Edinburgh resimlerini bir sonraki girişe bırakıyorum.

Fonda çalan şarkı; Loreena McKennit-Cymbeline

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Yorkshire

11. Aug. 2007
Manchester turu atıyor gibi yapıp da içinden geçerek "Ama ben Old Trafford'u görecektim" yakınmalarımla birlikte York yollarına düştük. O gün ülkede ligler başlıyormuş iyi oldu öğrendiğimiz. Tabi cumartesi öğleden sonra şehirlerarası yolda deli trafiğe yakalandık, hani böyle bakarsınız da arabaların sonu gözükmez ya, aynen öyleydi. Köprü trafiğine benzer bir trafiği nasıl atlattık bilmiyorum ama yavaşlıktan yararlanıp etraftaki sürücülere baktığımda herkesin hatta kamyon şoförlerinin bile emniyet kemeri taktığını görüp şamşırdım. Golf Manchester'da çokça oynanan bir spor galiba.

Bu arada "hard shoulder" lafını öğrendim "emniyet şeridi" demekmiş.

York'un amblemi beyaz gül efenim, taa "War of the Roses"'tan gelmekte. Zamanında bu beyaz gül olan Yorkshire ile kırmızı gül olan Lancashire arasında savaşmışlar.


















York'ta Ouse nehri ve York Minster var. Bizim otelimiz nehrin kenarındaydı, güzel bir manzarası var. Minster'a gelince anlatmakla olmaz dehşet birşey, zamanında V for Vendetta'ya da konu olan Guy Fawkes'in mezarı buradaymış.

Yıllar önce bir zamanlar İngiltere'de protestan dini hüküm sürer iken bu aslen protestan olarak vaftiz edilmiş ve büyümüş olan Guy kişisi üvey babasının da etkisiyle katolik olmaya karar vermiş, 23 yaşında İngiltere'yi terk edip katolik İspanya ordusunda Hollandalılar'a karşı savaşmış. Sonra İngiltereye dönmüş ve ismini değiştirip John Johnson yapmış, yanına bir miktar yandaş alarak zamanın İngiltere Kralı olan 1. James'in bulunduğu parlamento binasını ve yandaşlarını öldürerek tahttan indirip, yerine Katolik olan kızı prenses Elizabeth'i geçirmek istemiş. Yaptıklara bu plana İngiltere tarihinde "Barut Planı" denmekte. Çünküüü tam 36 fıçı dolusu barutu Parlamento Binası'nın mahzenine zulalamışlar. Ama son anda ismini vermek istemeyen bir izleyici bu olayı ispiyon eden mektubu yetkili merciilere gönderince planları suya düşen suikastçiler yakalanırlar. Bizim Guy da mahkemeye çıkartılır ve idam ettirilir, sonra bişeler daha yapılır ama söylemeyeyim bilmek isteyenler bilahere msj atsınlar. Bu konuda aslında komplo teorileri var ama o başka blog'un konusu olsun bunu uzatmayalım.

Ouse Nehri
York Minster

















Fonda çalan şarkı; Hatırla Sevgili-Sis

Inglaterra'ya gidiş


Yolculuk 10 Agustos 2007'de Ankara'ya doğru başladı. Ailece yol aldıktan sonra Ankara Esenboğa havalimanına vardığımızda tarih 11 Ağustos'u göstermekteydi, arabada uzun yola çıktığımızda cep telefonlarımızı kapattığımızdan tam geceyarısı 12'de gelen çağrılara cevap veremedim doğal olarak. Havaalanına vardığımda telefonumu açtım ve doğum günü mesajları akın akın gelmeye başladı. Hepsine bir yandan cevap yazarken bir yandan da çıkacağımız yolculuk için heyecanlıydım. 1'i geçe vardığımız havaalanında saat 3 buçuk olduğunda hala bekliyorduk tabi bu arada hiç uyumadığımı söylememe gerek yok herhalde. Neyse buraları kısa keselim, grup geldi İstanbul'a uçtuk oradan da Manchester'a. Küçük bir havaalanı kendisi, ama yine de güvenlik önlemlerini sıkı tutuyorlar, valizleri alıp çıkarken bile bir köpekli görevlinin köpeği kokladı da öyle çıktık dışarı düşünün artık. İlişikteki resim Manchester havaalanından bir görüntüdür efem.


Fonda çalan şarkı: Despina Vandi-To Prvto Mas Fili

24 Ağustos 2007 Cuma

Başlangıç

Başlangıç yazısı yazmakta iyi değilimdir aslında, zaten blog konusunda da pek bilgim yoktur ama evrenin sonundaki restoran'ın sahibi olan arkadaşın tavsiyesi üzerine yazayım anı olarak kalsın istedim. Yazma prensibim National Gallery'de gördüğüm Salvator Rosa adlı ressamın kendini resmettiği tablosunda elinde tuttuğu tabletteki latince yazıya dayanacaktır olabildiğince, şöyle ki "Avt tace avt loqvere meliora silentio" yani 'Be quiet, unless your speech be better than silence', Türkçe deyişle "Söyleceklerin sessizlikten daha iyi değilse sessiz kal". Ben de burada sessizlikten daha iyi bir şeyler yazmaya çalışcam. Girişimiz böyle olsun devamı sonraya kalsın.

Fonda çalan şarkı; Ricky Martin ft. La Mari-Tu recuerdo (Senin Hatıran)