Thistle yani deve dikeni iskoçyanın simgesi, taaa yıllar önce bir krallarının hayatını kurtarmış olduğu için önem verilmekte, birçok turistik eşyanın üzerinde resmi bulunmaktadır.
Edinburgh'u üzülerek terkedip Glasgow a doğru yola çıktık. Tam da şehri güzelce öğrenmişken... Hava kapalıydı tabi ki. İskoçların özellikle highlands dedikleri kuzey bölgelerinde nüfusun ancak %5'ini oluşturan bir topluluk tarafından konuşulan diyalektikleri var. Örnek vermek gerekirse little yerine "wee", pretty yerine "bonnie", clever yerine de "cunning" 'i kullanıyorlarmış. Yol üzerinde adını bilmediğim bir demiryolu köprüsü resmi çektim, arkasındaki ise bir karayolu köprüsü.

Kral Robert de Bruce kişisi İskoçya'nın bağımsızlığını kazandıran insanmış efenim heykeli var şöyle;
Stirling kalesine gittik buradan da, pek bir numarasını görmedim binalar dışında, edit: bu arada bugun tv'de izledim Stirling Kalesi'nin İskoçya'nın özgürlüğü kazanması bakımından önemi varmış. Atıp tutmamak lazımmış.
İskoçlar göl yerine "loch" kelimesini kullanıyorlar kendi dillerinde, göller bölgesinde birçok göl var ama biz Loch Lamond'un kenarında durduk, resim çektik buyrunuz;
Buradan Glasgow'a vardık, aynı akşam Glasgow Rangers ile Kızılyıldız Belgrad'ın maçı vardı, otelden bize dışarı çıkmamamızı tavsiye ettiler, pek iyi bir otel değildi. Grup söylene söylene odalara çıktı.

Daha sonra Edinburgh kalesine gittik, kalenin girişindeki yazı özellikle ilgimi çekti, şu şekildeydi; "Nemo Me Impune Lacessit" yani "Beni inciten herkes cezasını bulur" gibi bir şey, bu da okurken işledimiz bir Edgar Allan Poe hikayesi olan "The Cask of Amontillado"'da geçen bir sözdü. Resmini çektim hemen.
Biz gittiğimiz zaman İskoç şoför bu yazın 1928'den beri en kötü yaz olduğunu söylediğinde whhhhyyyyyyy! diye haykırmak geldi içimizden tabi. Vardığımızın ertesi günü şehir turunun sonunda Edinburg kalesini görmeye gittik gün bizimdi, o yüzden gezeceğimiz yerleri tasarladık ama hava yine de kötüydü, hatta bir keresinde bir ayakkabı dükkanındayken dışarı baktım ve dili gibi sağanak yağmuru gördüğümde yanımıza ne şemsiye ne de yağmurluk aldığımız aklıma geldi, ağlamak istiyorum sayın seyirciler dedim içimden bir panikle otele yürümeye çalıştık, otele vardığımızda saçımdan sular damlıyordu yeminlen. Üstümüzü değiştirip (sanki giycek bir şey varmış gibi) yağmurluk ve bilimum şemsiyemizi tedarik ettikten sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ettik. Daha sonra çok yorulunca gece otele döndük ertesi gün de zaten şehirden ayrıldık : ( . Kaleden ve Edinburgh'dan resimleri aşağıda görebilirsiniz.

Buranın neresi olduğunu bilmiyorum ama güzel bir yermiş. :)
Durham'dan ayrılırken yolumuzun üstünde ünlü Kuzeyin Meleği'ni (Angel of the North)gördük, rehberimiz Linda bu heykel ile ilgili bizi bilgilendirdi, şöyle ki 1998 yılında fanatik Newcastle United taraftarları heykele Alan Shaerer forması giydirmişler, uzunluğu da 65ft'miş. Otobüsümüz hızlı geçtiği için ancak şöyle bir resmini çekebildim;
Oradan çıkınca Hadrian Duvarları denilen Roma kalıntılarını görmeye gittik, tabi biz duvarlar diyince duvar beklerken herkesi dumurlara sürükleyen yıkık duvar kalıntıları ile karşılaştık, turdaki diğer insanlar gülmeye başladı, ben gülmedim ama Linda'ya ayıp olmasın diye, biz de Linda'yı Roma kalıntısı görmeye Türkiye'ye davet ettik, hiç gelmemiş daha önce. Bu duvar M.S. 122 yılından kalmaymış, Unesco dünya mirasına katmış. 




